Yine kaltık güneşin selamıyla Oturduk masa başına Selam verdik tüm arkadaşlara Ardından başladık oyuna Ne günler geçiyor ne haftalar Zaman durdu sanki o günden beri Tüm rutini aynı olana zaman ne yapsın Kendine yardımcı olmayana başkaları ne yapsın Zaman ilerlemiyor belki ama Beni değiştiriyor gibi Umursamazlık artı bünyemde Her şeyle dalga geçer oldum Bu dalga geçişlerin, umursamazlığın altında Ne var diye düşünemez oldum Şimdiyse düşündüm ne var diye Belki kendime verdiğim değer az diye İnsan kendine nasıl değer verir Nasıl sevebilir, o kadar pişmanlığın kaynağı iken?! Ya insan kendine değer vermeden başkasına nasıl verebilir? Ya değişmeye çalışan nasıl değişebilir? Tüm bunlar açıkca sormaya utandığım sorular Gelmiş kağımda bekleyen sorular Hayat için imtihan diyenler Ne çektiniz siz bekliyorum merakla
Derin mi derin bir mağarada Buldu bir duvarı, Ki üzeri kaplanmıştı Okunması imkânsız yazılarla. Ardından dokunmaya başlamış rastgele yerlere, Belki bir çıkış yolu bulur diye, Kendini çıkaracak bu mağaradan, Aydınlığa kavuşturacak karanlıktan. Bir, iki, üç yeri denedi; olmadı. Dördüncü denemesinde başardı. Duvar yok oldu olmasına, Ama bir çığlık koptu o anda. Yaktı yanındaki meşaleyi korkmuş biçimde, Ardından da başladı bu mağarayı gezmeye. Pek de uzun olmayan bir süre sonra Meşalesi söndü ani bir rüzgarla. Tekrar yaktı hemen ateşi Ve baktı önüne… O da neydi? Fakat keşke bakmayı istemeseydi; Önünde öyle bir varlık vardı ki… Vücudu andırıyordu kocaman bir fıçıyı, Binlerce eklemli parmakları, İçinde çeşitli organizmalar sarkan ağzı, Sanarsın ki fil dişi boynuzları. Sıska mı sıska bacakları, Bir ejderhayı andırıyordu pullarla kaplı zırhı. Uçuyor, saf gümüşten kemik kanatları… Şüphesiz buna bir canavar demek az kalırdı. Fakat daha da kötüsü vardı: Onun algısı bunu anlayamadı, Anlaşılamazdı ...