Eve gelmiştik, Moskova. Arabadan indim ve karargaha görevi bitirdiğimi raporlamak için ilerlemeye başladım. Muhafızlara selam verdim ve yürümeye devam ettim, ana binaya ilerliyordum. Binanın üstünde asılı bir kare şeklinde silahlı kuvvetler arması vardı, kapıdan içeriye sakince girdim. Orada duran bir astsubaya Yoldaş Albay Denikin'in yerini sordum. En sonunda Albay'a raporu ilettim ve binadan çıkış yaptım, arabaya ilerledim ve kapıyı açtım. İçeriye oturdum ve tam vites kolunu tutmuşken kar parçaları etrafa yığıldı. Çevreye baktım ve burası Moskova değildi, göçüğün içindeydik. Yorgunluktan bitap düşmüş adeta canlı çürümüş Pavel'in soluk gözlerine baktım.
3.Bölüm: Fırtınadan Sonraki Acı
Çömeldim ve çantama baktım, bir kaç günlük konserve & su, el feneri ve halat. Halatı çantamdan tuttum ve çektim, Pavel bana umut dolu gözlerle bakıyordu, bu bok çukurundan ikimiz beraber çıkacaktık. Tüfeğin ucunda bulunan süngüyü aldım ve halata bağladım. Sonra ise tam fırlatacaktım ama aklımda bir soru belirdi. Pavel'i nasıl çıkaracaktım. Sonra çantamı geri aldım ve suyu bulmak için göz gezdirdim. Suyu hemen çıkardım ve Pavel'e döndüm. Çok dar değildi, hareket edebiliyordum. Suyu elimle tuttum ve Pavel'in kurumuş dudaklarını açtım. Şişenin kapağını elimle tutarak çevirdim. Sonra suyu Pavel'in ağzına döktüm. Kapağı kapatıp suyu çantaya koyduktan sonra konserveyi aldım ve bir süngüyle kapağını kestim. Sonra aynı süngüyle bir tutam sebzeyi Pavel'in ağzına götürdüm. Kar fırtınası biteli saatler olmuştu. Pavel biraz kendine gelmiş gibiydi. Bana baktı, gözümün içine.
''Bırak beni, git. Kendini kurtar. Öleceğim zaten, beni kurtarsan bile hantal bir yaralı ile ne yapabileceksin?''
Gözüm doldu ama inat etmiştim. Hem o hem ben kurtulacaktık. Biraz düşüncelere daldım, en iyi yol şuan dışarıda yardım bulup getirmekti. Su ve konserveyi çıkardım. Aksakov'un ulaşabileceği bir yere koydum, kollarını hala kullanabiliyordu. Tüfeğimi omzuma astım, halatı salladım ve fırlattım, yeterince keskin olan süngü kar tabakasına saplandı. Halatı sıkıca belime doladım sonra ise sıkı bir düğüm attım. Tam tırmanmaya başlayacak iken Pavel'e döndüm ve askeri selam verdim. Oda bana karşılık verdi. Gözlerimiz dolmuştu, içim buruktu ama geri dönecektim. Gitmeden önce patchimi çıkardım ve Pavel'e verdim ''Beşinci Dağ Taburu''.
Halatı ellerimle tuttum ve bacaklarımla kendimi iterek çukurdan çıkmaya çalıştım. Bacaklarımla destek alıyordum ve en sonunda elimle kar tabakasını tuttum. Süngüye uzandım ve elimle karı sıkıca tutarken süngüyü çıkardım ve elimle geri sapladım. O şekilde çıkar sapla yaparak kendimi en sonunda dışarı attım. Halatı çevirerek daire haline getirdim ve çantaya koydum. Süngüyü tüfeğime geri taktım ve tüfeğim elimdeyken ilerledim.
Manzara çok korkunçtu bir kaç çukur daha vardı. Çukurların bazıları boştu, bazılarında ölü hayvanların cesetleri vardı. Ama bizim çukura en yakın olan çukurda -6 metre uzaklıkta- Yoldaş Kamenev'in cesedi vardı. Vücudu soluk bir yeşil halini almıştı. Yanakları içeri çökmüş ve zayıflamıştı çok iğrenç bir görüntüsü vardı, hatta az kalsın istifra ediyordum. Çukurun içinde boş kovanlarda vardı, muhtemelen barutla ateş yakmaya çalışmıştı. Uşankamı çıkardım ve içine kar doldurup Kamenev'in üstüne atmaya başladım. Tam gömememiştim, tek bacağı ve uşankası görünür durumdaydı. Çukuru bizimkinin aksine derin değildi, üç metre falandı. Neden kaçmamıştı acaba? Bu soruları bıraktım ve onun üstünde biriktirdiğim kar tabakasına uzanmaya çalışarak, ''Yuri Kamenev, Anavatan Uğruna Kendisini Feda Etti'' yazmaya çalıştım.
Sonra geri etrafa bakınmaya döndüm. Geri yürümeye devam ederken İvanov'un çürümüş kolunu gördüm. Artık burada daha fazla kalmak istemiyordum, yoldaşlarımın cesetlerini görmek hiç güzel bir şey değildi. Alman havan topu saldırısında parçalanışını gördüğüm yoldaşlarım bile beni bu kadar çok etkilememişti. Yürümeye devam ettim. Saatlerce yol yürüdüm, aşırı bitkin düşmüştüm. Tüm erzağı Pavel'e bırakmıştım, açtım ve susuzdum. Yere çömeldim ve karı avuçladım. Ağzıma attım ve çiğnedim. Susuzluğumu geçirmesini umdum. Yola bir kaç saat daha devam ettim, en sonunda bitkin halimle bir ağaca yaslandım. Bir avuç kar daha yuttum. Aklım Pavel'de idi. Yaşıyor muydu? Beni bekliyor muydu? Derin düşüncelerdeyken ağacın başında bayılmışım. Bir grup Mansi beni bulmuş ve dürtmüştü. Yavaşça gözümü açtım bana garip gözlerle bakıyorlardı, Rusça bilen bir Mansi bana baktı. ''Duyuyor musun?'', bu söz aklımda yankılandı. Ağzımı açacak halim yoktu, kolumu kaldırdım. Elimi yumruk yaptım ve başparmağımı kaldırdım. Sonrasında ise bilinci mi tekrar kaybettim.
Gözümü tekrar açtığım vakit bir Mansi köyündeydim. Bir odadaydım ve başımda birisi vardı. Korku dolu gözüme bakıp, ''Merak etme güvendesin'' dedi. Etrafa biraz baktım ve oda içinde bir soba vardı ve geyik eti kızartılıyordu, birde motifli kürk. Rusça biliyordu ama aksanı belirgin oluyordu, durumu anlatmaya çalıştım. Pavel'i kurtarmalıydım, ayağa kalktım. Bir yatakta yatıyordum. Rusça bilen kişi bana bir tutam ekmek ve su uzattı. Yavaşça aldım, ekmekten bir parça ısırdım. Ban lazım olan suydu, suyu bir anda kafaya diktim. Kolumla ağzımı sildim. Dışarı çıkmaya çalıştım. Beni tutup, ''Bitkin düşmüşsün. Dinlenmen lazım'' kafamı ona çevirdim ve ''Nyet!''. Adam beni ikna etmeye çalışıyordu, ama kararım netti; Pavel kurtarılıcak ve eve beraber dönecektik. Aklımın bir köşesinde kalmış kurcalıyordu. En sonunda inat etmeyi bıraktı ve beni bıraktı. Gitmeden önce eldiven, iyi bir kürk ve 2 günlük erzak verdiler. Tek bir şey lazımdı kürek, onuda rica ettim. Verdiler, artık tamamdım. Pavel'i kurtaracaktım sonra ise Petrov'a -yaşıyorsa- ulaşacaktık.
Elime son anda tutuşturdukları haritayı aldım ve geri yola koyuldum. Saatlerce yürüdüm, aralıksız. Artık onu kurtarabilecektim. Yola tekrardan çıktığımda şafaktı. Yolda yürüyor haritadan yaklaşık konumuma bakıyordum. Dar bir yerden geçecektim, iki yosun tutmuş ve üstü karlı kaya ve etrafında orman. Adımımı attım, atmaz olaydım, o kara günde duyduğum sesleri duydum. Hemen silahıma davrandım. Orospu çocuğu geliyordu. Onu yaprakları dökülmüş ağaçların arasında gördüm. Tüfeği kafasına doğrulttum, derin bir nefes aldım. Art arda 20 ele yakın ateş ettim. Biraz sersemlemişti, kafasından kanlar aksa bile dimdik duruyordu. Üstüme koşmaya başladı ben eğilerek kayaların arasına saklandım. En sonuna patikaya atladı. Ayaklarını görüyordum, intikam ateşi kalbimi doldurdu. ''URA!'' süngüyü ayağına sapladım. Acıyla inledi, ardından ise kayanın yanına yuvarlandım ve göğüs kafesine geri kalan 10 mermiyi boşalttım. Sendelemeye başladı. Üstüme fırladı, son nefesinde beni ortadan kaldırmak istiyordu ama tam üstüme düşerken kolu bir ağaca takıldı. Kafasını ise sert bir şekilde taşa vurdu. En korkuncuda göğsüne saplanan başka bir ağaç oldu. Yaratığın yanına ilerledim, süngüyle ''Yoldaş İvanov'un İntikamı''.
yaratık
***
Geri döndüm, hemde Pavel'i kurtarabilecek şekilde. Çukurun başına geldim, içeriye baktım. Olduğum yere çakıldım, ağlayamaya başladım. Hüngür hüngür ağlıyordum. Hüngür hüngür, karı yumrukluyordum. Pavel çantasında bulunan halatla kendisini boğmuş ve intihar etmişti. Yanında ise bir not vardı -DP27'ye kazınmıştı- :
Yoldaş Andrey, bana son zamanlarda çok destek çıktın. Ne kadar teşekkür etsem yetmez. Ben Pavel Aksakov, Meçhul Asker'in oğlu. 1935-1960. Patchine, erzaklarına dokunmadım. Senden tek isteğim bedenimi anneme ulaştır. DP27'nin 2 sarjörü hala duruyor onlara ulaşabilir ve tüfeğimi kullanabilirsin. URA!
Yazar: Ozan


Yorumlar